Tüm dünyayı etkisi altına alan ve ülkemizde de ciddi anlamda tehlike yaratan, Dünya Sağlık Örgütü tarafından pandemi ilan edilen Corona Virüsü sebebiyle alınması gereken acil durum önlemlerinin etkileri iş ve ticaret hayatı üzerinde yoğun bir şekilde görülmektedir. Özellikle ticari ilişkilerde olası gecikme veya ifa güçlüğü durumları karşısında sözleşmelerde yer alan mücbir sebep maddeleri, ticari ilişki tarafları açısından odak noktası haline gelmiştir. Bununla birlikte çoğu işletmenin geçici olarak faaliyetini durdurması neticesinde üretim, tedarik ve dağıtım kanallarında yaşanan aksamalar, küresel bir krize neden olabilecek niteliktedir. Bu noktada Corona Virüsü salgının mücbir sebep teşkil edip etmeyeceği hususu büyük önem arz etmektedir. Bu konuya ilişkin nihai bir kanaat belirtmeden evvel mücbir sebep kavramı ile mücbir sebebin sözleşmelere olan etkisi ve mücbir sebep halinde yapılması gereken hususların irdelenmesinin yerinde olacaktır.
I- MÜCBİR SEBEP KAVRAMI
Türk Borçlar Kanunu’nun İfa İmkansızlığı başlıklı 136 vd. maddelerinde düzenlenmiş olan mücbir sebep kavramı, her iki tarafa borç yükleyen sözleşmelerde; taraflardan en az birisi bakımından sözleşmenin başlangıcında mevcut olmayan ancak sözleşmenin akdedilmesinden sonra ortaya çıkan, tarafın sözleşme ile üstlendiği edimi ifa etmesini engelleyen veya kendisinden ifayı beklenemeyecek kılan, belli bir süre devamı halinde karşı tarafa sözleşmeyi fesih hakkı veren durum olarak karşımıza çıkmaktadır. Yani ortaya çıkan bir olağandışı bir durumun mücbir sebep olarak kabul edilebilmesi için aşağıdaki şartların muhakkak sağlanıyor olması gerekmektedir:
• Sözleşmenin başlangıcında mevcut olmayan ve önceden öngörülemeyen bir durum olması,
• Tarafların kontrolünde bulunmaması,
• Yükümlülüklerini ifasını güçleştirmesi,
• Belli bir süre devamı halinde karşı tarafa sözleşmeyi fesih hakkı vermesi,
Türk Borçlar Kanunu’nda da hangi hallerin mücbir sebep sayılacağına dair mutlak bir düzenleme yer almadığından, hangi hallerin bu kapsamda değerlendirileceği yüksek mahkeme içtihatları ile belirlenmektedir. Bu bağlamda Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 2017/11-90 E. 2018/1259 K. Sayılı kararında yer alan;
“Mücbir sebep, sorumlu veya borçlunun faaliyet ve işletmesi dışında meydana gelen, genel bir davranış normunun veya borcun ihlaline mutlak ve kaçınılmaz bir şekilde yol açan, öngörülmesi ve karşı konulması mümkün olmayan olağanüstü bir olaydır. Deprem, sel yangın, salgın hastalık gibi doğal afetler mücbir sebep sayılır.”
şeklindeki ifadeler, herhangi bir kanuni düzenleme bulunmasa da bu hususta yol gösterici niteliktedir. Ancak şu husus unutulmamalıdır ki mücbir sebep mutlak değil, nispî bir kavramdır. Bir olayın mücbir sebep olup olmadığı somut olayın özellikleri ve ifa edilecek edimin niteliği dikkate alınarak belirlenir. Aynı olay, meydana geliş şekline ve sonuçlarına göre bir sözleşme için mücbir sebep olarak değerlendirilebileceği gibi başka bir sözleşme için mücbir sebep olarak değerlendirilmeyebilir. Bu nedenle mevcut durumda süregelen Corana Virüs salgının, Yargıtay içtihatları ile belirlenen salgın hastalık kapsamında değerlendirilip değerlendirilemeyeceği her sözleşme özelinde ayrıca bir değerlendirme yapılarak belirlenmelidir.
II- SÖZLEŞMEDE MÜCBİR SEBEP MADDESİNİN BULUNMASI
Günümüzde ticari ilişki kapsamında akdedilen sözleşmelerin çoğunda mücbir sebep maddesi bulunduğundan, öncelikle sözleşmeden yer verilen mücbir sebep düzenlemesinin kapsamı ve sınırları değerlendirilmelidir. Bu noktada özellik aşağıdaki hususlar çerçevesinde bir değerlendirme yapılmasının uygun olacağı kanaatindeyiz;
1.Adım: Öncelikle sözleşmede yer alan mücbir sebep maddesinde sayılan mücbir halleri değerlendirilmeli ve salgın hastalıkların mücbir sebep olarak sayılıp sayılmadığı tespit edilmeli (Bu noktada bir parantez açmak gerekirse birçok sözleşmede mücbir sebep halleri sınırlı olarak sayılmamakta bir kısım örnekler verildikten sonra “vb”, “gibi” şeklinde ifadeler verilmektedir. Bu gibi durumlarda doğrudan salgın hastalık yönünde bir ifade bulunmasa da diğer şartların da sağlanıyor olması halinde salgın hastalıkların da bu kapsama dahil edilmesi mümkün olacaktır.)
2.Adım: Mücbir sebep maddesinde sayılan haklardan faydalanabilmek için ilave olarak getirilen şartlar tespit edilmelidir. Bu noktada taraflar salgın hastalığın kendi edimlerinin ifası ve karşı taraf edimlerinin ifası üzerindeki etkisi açısından değerlendirme yapılmalı, salgın hastalık nedeniyle oluşan şart ve koşulların borcun ifasını imkansız hale getirip getirmediği tespit edilmelidir. Bu noktada alternatif ifa yollarının bulunup bulunmadığının araştırılması uygun olacaktır, zira böyle bir imkan varsa mücbir sebep maddesi dahilinde haklardan faydalanılması mümkün olmayacaktır.
3.Adım: Yukarıda aktarılan aşamaların tamamlanmasının ardından salgın hastalığın mücbir sebep olduğu tespit ediliyorsa, mücbir sebep hali için sözleşmede hangi hakların mevcut olduğu değerlendirilmeli ve buna göre bir yol izlenmelidir. Çoğu sözleşmede taraflara öncelikle sözleşmeyi askıya alma belirli bir sürenin geçmesine rağmen mücbir sebep halinin devam etmesi halinde ise sözleşmeyi feshetme hakları tanınmaktadır.
Önemli: Mücbir sebep maddesinde mücbir sebep halinde hangi tedbirlerin alınacağı düzenlenmiş ise vakit kaybetmeksizin bu tedbirler alınmalı ve mücbir sebep dolayısıyla borcun ifa edilemeyeceği sözleşmede kararlaştırılan bildirim şekilleri ile vakit kaybedilmeksizin karşı tarafa bildirilmelidir.
III- SÖZLEŞMEDE MÜCBİR SEBEP MADDESİNİN BULUNMAMASI
Sözleşmede mücbir sebep maddesinin bulunmaması halinde ise Türk Borçları Kanunu hükümleri çerçevesinde bir değerlendirme yapılması uygun olacaktır. TBK 136 maddesi uyarınca borcun ifası borçlunun sorumlu tutulamayacağı sebeplerle imkânsızlaşırsa, borç sona erecektir. Bu noktada aynı yukarıda aktarıldığı gibi mücbir sebep hali olarak değerlendirilen korona virüs salgın hastalığının borcun ifasına etkisinin olup olmadığı değerlendirilmelidir. Yapılacak değerlendirme sonucunda eğer ifanın imkansız hale geldiği tespit ediliyorsa mücbir sebebe maruz kalan tarafın, sözleşmesel edimini yerine getirmekten kurtulabileceği söylenebilir. Ancak mücbir sebebe maruz kalan tarafın bu durumu gecikmeksizin karşı tarafa bildirme ve zararın artmaması için gerekli önlemlerin alınması yükümlülüğünün unutulmaması gerekir. Ancak şu husus unutulmamalıdır ki karşılıklı borç yükleyen sözleşmelerde imkânsızlık sebebiyle borçtan kurtulan borçlu, karşı taraftan almış olduğu edim varsa bunu iade etmekle yükümlü olacaktır. Örneğin mücbir sebep nedeniyle iptal edilecek siparişlere ilişkin bir ön ödeme alındıysa bu ödemeni iade edilmesi gerekmektedir.
Ayrıca Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, 2017/15-2821 E. 2017/1552 K. Sayılı kararında; taraflarca akdedilen sözleşmede mücbir sebep olarak yer almayan ‘ekonomik kriz’ durumuna ilişkin olarak; mücbir sebepleri maddede sayılan hallerle sınırlamanın doğru olmayacağını, ortaya çıkan sebebin sözleşmesel yükümlülüklere etkisinin değerlendirilerek sonuca gidilmesi gerektiğini belirtmiştir.
Bu doğrultuda taraflar arasında akdedilen sözleşmede mücbir sebep maddesi yer almasa veya ifanın imkansızlaşmasına sebep olan hal maddede sayılan mücbir sebep halleri arasında bulunmasa dahi, Türk Borçlar Kanunu hükümleri ve Yargıtay içtihatları çerçevesinde bir değerlendirme yapılarak ifası imkansızlaşan taraf, edimini yerine getirmekten kurtulabilecektir.
IV- UYARLAMA DAVASI
Corona Virüsünün mücbir sebep oluşturacak boyutlara ulaşmadığı değerlendirildiği takdirde ise, Türk Borçlar Kanunu’nun 138. Maddesi kapsamında taraflara hakimden sözleşmenin uyarlanmasını talep etme hakkı tanınmıştır. Bu durum özellikle para borçları bakımından önem arz etmektedir Zira para borçları çeşit borcu olduğu için bu borçların istisnai haller haricinde imkânsızlaşması kural olarak mümkün değildir. Bu nedenle ortaya çıkan bir mücbir sebep para borçları yönünden temerrüde düşülmesine engel teşkil etmeyecek ve temerrüt halinin sonuçları aynen mevcut olacaktır. Bu nedenle para borçları yönünden böyle bir durum söz konusu olacaksa mücbir sebep yerine uyarlamanın talep edilmesi tercih edilmelidir. Ancak söz konusu uyarlama talebinin dava yoluyla mümkün olduğunu da unutmamak gerekir. Tarafların öncelikle uyarlamayı gerektiren koşullar üzerinde müzakere etmeleri gerekmekte, hatta müzakere etmenin bir yükümlülük olduğu kabul edilmektedir. Müzakereden sonuç alınamaması halinde ise sözleşmenin uyarlanması için dava yoluna gidilmesi, taraflar açısından meydana gelebilecek olası zararların önüne geçecektir. Mahkeme tarafından uyarlamaya ilişkin bir karar verilinceye kadar herhangi bir değişiklik söz konusu olmamakla birlikte, mahkeme kararıyla uyarlama, geriye etkili olarak gerçekleşecektir.
Yargıtay tarafından da ifade edildiği üzere taraflardan birinin talebi üzerine mahkeme tarafından sözleşmenin uyarlanmasına karar verilebilmesi için de şu şartların birlikte mevcut olması gerekmektedir;
• Sözleşme kurulduktan sonra tarafların edimleri arasındaki dengenin büyük ölçüde bozulmuş olması,
• Uyarlama gerektiren sebebin sözleşme yapılırken öngörülemeyen ve öngörülmesi de beklenmeyen bir durumdan ileri gelmesi,
• İfa güçlüğü yaratan durumun borçludan kaynaklanmaması,
• İfanın henüz yerine getirilmemiş olması
Uyarlama gerektiren sebepler de mücbir sebep halleri gibi her somut olaya göre ayrı değerlendirilmeli, ‘öngörülebilirlik’ tespitinin doğru bir şekilde yapılması gerekmektedir. Özellikle son yıllarda döviz kurlarının artışı ile birlikte ülkemizde döviz ile yapılan sözleşmelerin uyarlanması gerekmiş, hatta çıkarılan Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile birtakım sözleşmelerde döviz cinsinden bedel kararlaştırılması yasaklanarak mevcut sorunun önüne geçildiği görülmüştür. Ancak Yargıtay’ın, ülkemizde önceki yıllarda yaşanan ekonomik krizler nedeniyle yabancı para kurlarındaki değişikliklerin öngörülebilir olduğunu belirterek uyarlama talebini reddettiği birçok kararının bulunması da bu hususta bir içtihat birliği olmadığını açıkça göstermektedir.
Her ne kadar döviz kurlarındaki aşırı dalgalanmalar, ekonomik kriz ve ifayı güçleştiren başka birçok sebep nedeniyle sözleşmelerin uyarlanmasına karar verilebilmekteyse de, her somut olayın ayrı ele alınması gerektiğinden bahisle mevcut durumun, diğer sebeplerden farklı bir şekilde ele alınabileceği ve farklı kararlar çıkmasının mümkün olduğu da unutulmamalıdır. Ancak Corona Virüsünün henüz yeni ortaya çıkmış olması sebebi ile bu konuya ilişkin bir yargı kararı bulunmasa da, korona virüs salgının öngörülebilirlik anlamında ekonomik krizle bir tutulmasının mümkün olmayacağı kanaatinde olduğumuz için para borçları yönünden mücbir sebep olarak kabul edilmese dahi aşırı ifa güçlüğü yaratan bir durum oluşturacağı öngörülmektedir.
V- SONUÇ
Corona Virüsünün halihazırda oldukça yeni bir mesele olması ve henüz buna ilişkin verilmiş bir yargı kararı bulunmaması nedeniyle mevcut durumda sözleşmesel ilişkilere etkisini öngörmek ve mücbir sebep olarak değerlendirilip değerlendirilemeyeceğine ilişkin net bir yorum yapmak mümkün değildir. Ancak mücbir sebep değerlendirmesi yapılırken somut olay bazında karar verildiği göz önünde bulundurulmalıdır. Nitekim Corona Virüsü salgını ve salgın kapsamında alınan önlemler ticari hayatı kısıtlayıcı veya engelleyici nitelikte olsa da, bu durumun sözleşme kapsamındaki her bir yükümlülüğe “gerçek” ve “doğrudan” etkisi büyük önem teşkil etmektedir.
Yukarıda izah etmeye çalıştığımız hususlar mevcut mevzuat uyarınca değerlendirilmiş olup, konuya ilişkin güncel olarak yayınlanacak KHK, genelge, tebliğ ve yönetmelikler kapsamında yapılacak düzenlemeler ayrıca takip edilerek buna göre hukuki prosedürün işletilmesi doğru olacaktır.
Kommentare